25 Temmuz 2006

2. yaşgünü :)


2. yaşımızı kutlamak için gidiyoruz.

11 Temmuz 2006

Vildoşenka

Yaz mevsiminin ortalarındaydık. O sabah, güneşin ilk ışıkları göğün zarını delip evin hemen önündeki ağacın koca yapraklarının arasında, fırsat bulduğu her noktadan salona sızıyordu. Yaban bülbülleri geceden yorgun düşmüş olacaklarki sesleri artık duyulmaz olmuştu. Şehrin uyandığı yavaş yavaş yükselen uğultudan anlaşılıyordu.

Vildoşenka her sabah olduğu gibi kahvaltıyı hazırlamak için ilk iş mutfağa girdi. Annesinin hediyesi olan bakır çaydanlığa baktı, hergün çay demlediği bu çaydanlığın üzerindeki kakma motifler sanki ona verilen günden beri ilk kez dikkatini çekiyordu. Hızlıca demliğe çay koydu ocağı yaktı. O sırada Çınarovski'nin sesi duyuldu, Defneşka elinden sütünü almış acı acı ağlıyordu. Vildoşenka'nın odaya gitmesine gerek kalmadan ses kesilmişti, süt yine eski sahibini bulmuş barış sağlanmıştı.

Bahçeden günün gittikçe kuvvetlenen sesleri geliyordu, kahvaltı hazırdı. Uzun zamandır adet haline gelmiş çocuk sandalyeleri masanın etrafına dizilmiş ve herkes yerini almıştı. Vildoşenka yemekten çok yediriyordu ama tüm bunlar olurken kendi karnını da doyurmayı çoktan öğrenmişti. Eğer herkesle bir kahvaltı edebilirse kocası işe gitmeden evvel evin taraçasında bir keyif çayı ve sigarası içebilicekti.

Kocasını uğurladıktan sonra sofrayı ve evi hızlıca topladı, kızlarının üstünü değiştirip beraber bahçeye çıktılar. Bahçede zaman her zamankinden daha hızlı akıyordu sanki. Komşularının kızı ve dadısı onları görür görmez yanlarına gelmişlerdi yine. Vildoşenka dadıyla laflarken çocuklar sevinçle koşuyor, şarkı söylüyor, oynuyorlardı. Güneş tepeye yükselmiş ağacın gölgesi çalılıklara düşmüştü eve çıkıp çocukları doyurduktan sonra tekrar dışarı çıktılar bu sefer arabalarıyla bir gezintiye çıkacaklardı. Vildoşenka'nın umudu bu gezintide kızlarının uyuması ve ona dinlenmek için birkaç saatin kalmasıydı. Öyle de oldu, bahçenin kuytu bir köşesine arabayı bıraktı, sırtına güneşin gelmesini hesap ederek koltuğunu, az evvel sulanmış ıslak çimlerin üzerine yerleştirdi. Minik radyosunu çocukları rahatsız etmeyecek sese ayarladı. Radyoda Beethoven'in 'quasi una fantasia' sonatının adacyosu çalıyordu. Kitabını eline aldı. Bursavok'ta iki yıldır yaz günleri genelde rüzgarlı geçiyordu. O gün rüzgarı sevmeyen hatta nefret eden Vildoşenka için o kuvvetli esinti güzel gelmeye başlamıştı. Birdenbire sanki yaz, rüzgarın kuvvetiyle düşen yaprakların görüntüsüyle birden sonbahar oluvermişti. Sonbaharı Vildoşenka çok severdi, yazarı bir Türk olan Eylül romanı en sevdikleri arasındaydı. Çaydanlığın üzerindeki motifleri yeniden hatırlar gibi rüzgarın sevecenliği de ilk kez mi farkediyordu. Sanki iki yıldır çocuklarıyla ilgilenmekten hoşlandığı şeyleri göremez olmuştu.

daha fazla devam edemicem zira saat 00.46, yatmam lazım. bu tolstoy, dostoyevski boşuna büyük yazar olmamışlar üstteki bikaç satırı bir saatte ancak yazdım. efendim son günlerde yine rus yazarlarla haşır neşirim, iyiki de öyleyim. :)