27 Şubat 2007

Daraldım, bunaldım, patlama noktasına geldim derken annemler geldi bi soluklandım. Sabaha kadar oturup öğlene kadar uyumaya soluklanmak denirse!. Aslında ben gitmek istiyordum, her ne kadar 'ne biçim kış bu, iki kez kar, beş kez yağmur yağdı' deyip hayıflansam da, madem havalar iyi bundan istifade edelim Bandırma'ya gidelim diye dolandım bi müddet. Olmadı. Annemler geldi. İki gün kalıp döndüler. Ertesi gün ben de tam anlamamışken bu sefer biz gitmeye karar verdik. Çocukların şifonyerindeki tüm çekmeceleri iki valize tıkıp, yine kendime giyecek bişiler almayı unutup düştük yola. Hava nasıl bozuldu yolu yarıladığımızda, nasıl puslandı kararık içim hepten karardı. Bahtsız adamım ben. 10 derece birden düştü sıcaklık. Cuma gittik, pazartesi döndük. Aslında pazartesi güneş açtı, sıcaklık da sanki arttı ama Defne'nin telefonla babasıyla konuşurken tam bir film sahnesi gibi yarıda hıçkırıklara boğulması 'babam, babam..' diye inlemesi, derhal eve dönmeyi zorunlu hale getirdi. Öğle vakti kalktık, geldik.. İlk karşılaşmada Çınar babasının ellerini tutup avuçlarını filan öptü, Defne'de uzunca bi süre boynuna asılı dolaştı. Bizi babam getirdi, annem de 'yarın erkenden dönersiniz' ısrarlarıma dayanamadı o da geldi. Cuma filme gidecektik Görsem'le ama film Bandırma'ya gelmedi, al bi bahtsızlık daha.. anneme, sen de gel ısrarım bu sebepleydi, Bursa'da bile sadece iki sinemada oynuyordu. Neyse gittik dün akşam, erdim muradıma, pek de memnunum..

Bandırma'ya geldiğimi duyan arkadaşlarımla -artık adet oldu- dışarı çıktık. Değişmişim ben evde çocuk baka baka, bi müddet etkisinden çıkamadım daralmalarımın ya da asosyal olmamın mı demeliydim, sonra gençlik çok mu uzakta kaldı diye arabesk bi felsefeyle beraber geceyi iyi sonlandırdık. Ciddi zıvıttık.:P

Görsem nisan ayında nişanlanacak, haziranda da evlenecek. Şimdiden gerilmiş gördüm kardeşimi :) alınacak eşyalar-alınmış eşyalar listeleri, şurada bi ev ar vildan çok güzel ama biraz sapa kalıyor muhabbetleri döndü dolaştı. Ne tatlı telaşlar..

Erdek'i çok özledim ama gidemedim. Tatlısu'ya gittik ama, geceden kalma arkadaşlarla. Simit yedik, duble çay içtik denize ve de Bandırma'ya karşı. Muhabbet havadan sudandı, konuşma sırası bana geldiğinde çocukları anlattım durdum, en alakasız konuda bile konuyu çocuklara bağlamayı gayet iyi becerdim :P aralarında tek çocuklu bendim. Dünyam Defne'yle Çınar olmuş bi türlü eskiyi hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum. Ne yapardım, nasıl yaşardım? bilmem!

Kızlar feci şekerler ve de komik. Bu dışarı çıkmalarım onları uyuttuğum anlardaydı, çünkü biz hala bitişik dolaşıyoruz, beraber yiyor, beraber oynuyoruz. Feci halde yabaniyiz ama bu durumdan şikayetçi değilim. Babam çocuklarımdan daha çocuk. Akşam uykuya geçileceği vakit 'dede sen diiittt!' lere alışamadı, bu çocuklar beni neden istemiyorlar acaba, sevmiyorlar mı yoksa beni, babacım diyorlar ama dedecim dedirtemiyorum allaallalal dedi durdu.

Geçenki hastalıktan sonra Defne horlamaya başladı. Felaket senaryolarım gırla gidiyor, bu çocukta geniz eti büyümesi var, ameliyat gerekecek, daha el kadar bebe nasıl narkoz alır, aman allahım.. şimdiye dek doktora götürmememin bi sebebi de doktorun bu teşhisi koyması ama aslında belki geçer diye bekledim. Yarın götürecem ama.

18 Şubat 2007

reklam!


yine bugün gazetenin ekinde ahmet ümit ve sis ve gece yazılarının büyük puntolarla yazıldığını görünce çok meraklandım. nihayet kitabı filme çekmişler. sis ve gece romanının arka kapağında atilla dorsay'ın yazısı vardı, bu kitabı roman polanski okusa mutlaka filme çeker diyordu. filme çeken r. polanski değil turgut yasalar ama röportajda dendiğine göre ahmet ümit çok inanmış bu adama. bir kere bu roman çok iyi ve farklı dillere çevrilmiş ilk türk polisiye romanı olma özelliğini taşıyor. eğer romanı hala okumadıysanız önce okumanızı sonra da 23 şubat'ta vizyona girecek olan bu filmi izlemenizi şiddetle ve de hevesle tavsiye ederim. zira ben dünkü polis filmi fiyaskosundan sonra bunu gördüğüme pek bi memnun oldum:)

ahmet ümit'le, bi arkadaşımın şeytan ayrıntıda gizlidir öykü kitabını bende unutmasıyla tanıştım. çok basit bir dil ve çoğu öykü olmasada olurdu dedirten cinsten ama ismail gülgeç'in çizimleriyle anlatıldığı aynı öykülerin olduğu başkomiser nevzat-çiçekçinin ölümü çizgi romanı güzelmiş, henüz okumadım. daha sonra sis ve gece'yi okudum. öyle sürükleyici ki çocukların altını değiştiriken ya da çorba karıştırırken bi yandan da okuduğumu söyleyebilirim :P, bittiğinde de üzüldüğümü. şimdi patasana'yı okuyorum polisiyeye ilgi duymayanlarında okuyabileceği bir tarih kitabı olma özelliğini taşıyor. sırada kavim var. bu türe meraklı olanlar zaten biliyordur ama okumayıp da okumak isteyenlere tavsiyemdir bu yine :)

gel 23 şubat geelll..

edit (27.02) : geçen gece uykusuz kaldım patasana yı bitirdim. ah be güzel kardeşim hem 2700 sene evvelki bir adamın aşkını, o zamanki hayatı, yönetimi, savaşları, hem de bugünün kürdünü, türkünü, ermenisini o da yetmedi patlıcan yemeğinin en türlüsünü, olmaz yaw dediğin adamın katil çıkmasını bu kadar mı güzel anlatılır yaa.

filme de gittim. sonunu bildiğim için romandaki kadar keyifli değildi ama kitabı okumamış olan kocam polisiye sevmemesine rağmen pek beğendi. zaten film için polisiye demek tam yerinde olmaz. velhasıl gidip görülmeli..

17 Şubat 2007

reklam!


bugün gazetenin ekinde settar tanrıöğen'in röportajını okur okumaz gitmeye karar verdim filme. yazı uğur yücel ve özgü namal'ın başrollerini paylaştıkları polis filmi... diye başlıyordu. hırsız-polis dizisini saymazsak (o diziye sadece bir sezon tahammül edebildim, belki iyi bir dizidir ama polisiye anlamında pek bi anlam ifade etmiyor) uğur yücel polisiyeye gönül vermiş bi adam bence ve bu oyuncu iyi bir senaryoda oynamıştır diyerek gittim. maalesef yazım hatasıymış başrolde haluk bilginer varmış. bu sorun değil tabiki, onun da oyunculuğunu çok beğenirim konu dahilinde kalacak olursak karanlıkta koşanlar dizisinde gerçekten de çok iyiydi, ki burada da herşeye rağmen iyiydi. ama film kelimenin tek anlamıyla kötü. bir polisiye de olması gereken hiç birşeyi bulamadım maalesef, onu geçtim herhangi bir filmde olması gereken bir senaryo ve kurgu göremedim. neresi halisülasyon neresi gerçek, hani entrika, nerede yılların cinayet masası polisi musa rami'nin kıvrak zekası, onca ödül almış büyük işler başarmış gösterilen bu adamın izmit'linin büyük oğlunu bombalamaya giderken adamlarıyla karşılacağını düşünecek kuş kadar beyni yok mu?... gerçekten bu filmi neden çekmişler bilmiyorum. az evvel haluk bilginer'in röportajını okudum filmi feci güzel anlatmış, sıradışı komik filan demiş, evet bikaç küfürde gülenler oldu. yalnız ben daraldım, afakanlar bastı ama en çok da orada geçirdiğim zamana üzüldüm, zaten canım her istediğinde sinemaya gidemiyorum, gidebilmişken böyle bir şeyle karşılaşmak kızdırdı beni. settar tanrıöğen'e gelecek olursak filmde üç kez yirmişer saniye görülüyor, son göründüğünde zaten yaşamıyor. ısrarla sonuna dek oturdum ha başlayacak, tamam tamam şimdi herşey değişecek diye diye..

filmi anlattım diye kimse kızmasın bana. evet anlatığım kadar, film bundan ibaret yine de herşeye rağmen gidecekler varsa diye bir ikişey sır kalsın :P. oyunculuğu şüphesiz çok iyi olan haluk bilginer bu projeye nasıl evet demiş anlamıyorum. gerçi röportajında kendini epey inandırmış ama senarist -aynı zamanda filmin yönetmeni- belki kafasında süper bi proje yaratmış olabilir zira iyi yansıtamadığı bariz yani. çok kızdım ya, hiç bi film de böyle olmamıştım. bir de merak ediyorum çok, bu filmi izleyip de iyi bulan var mı? acaba benim göremediğim birşey mi vardı??



not : bu yazıyı başka bi yere yazdım, daha çok kişi görsün diye buraya da kopyaladım :P
Bugün İsmail kızları sabahtan hayvanat bahçesine götürdü. İsmail keçilere ot verirken ay, aman, oy, elimi yiyo diye bi nev'i komiklik yapmış. Çınar keçiye acayip kızmış, o benim babaaammm demiş. Peki keçi sana ne dedi kızım dedim; meeee!

:)

15 Şubat 2007

hakkımda 5 bilinmeyen

imo beni sobelemiş. daha sobelediğin de haberim oldu ama ben bu konuya yazacak bişi bulamadım. genelde de bu mimler konusunda cevaplamadığım için mimli olduğumdan bunu yazmak istedim. yine aklıma bişi gelmedi, o halde nur'a sorayım o söylesin dedim, bakalım neler demiş :P ;



vildan:
ben beni hiç tanımıyom abi
vildan:
ve sana diyomki
vildan:
vildanı 5 kelimeyle özetle
vildan:
1-
vildan:
2-
vildan:
3-
vildan:
4-
vildan:
5-
vildan:
kelime ver
vildan:
gerisini ben getiririm
n u r:
kelime demiimde hakkinda ilk izlenimimden bugüne kadar vildani özetlemeye calisayim
n u r:
ilk soguk buldum seni mesela
n u r:
sonraciima birden bire sevdim nasil oldu bilmiyom
n u r:
sonraciima cok alistim harbi buldum
n u r:
güclü kadin tuttugunu koparir dedim
n u r:
sonra sonra aslinda cok hassas bi tarafin oldugunuda gördüm
n u r:
mesela ayse basindan beri odun hihoohoo
n u r:
hic fikrim degismedi onla ilgili
n u r:
hirsli kadinsin azimlisin diyim
n u r:
dominantsin biraz
n u r:
daha ne diim bilmiyomki
n u r:
dilegi anlat desen tek kelimede anlatirim
vildan:
ağlak
n u r:
cik
n u r:
zirlak
vildan:
:))
n u r:
:)
n u r:
cok kivrak bir zekan ve ince bir espiri anlayisin var
n u r:
ben en cokda bunlari seviyom sende
vildan:

n u r:

vildan:
bunları aynen pastelicem
n u r:
pastele
vildan:
dicek başka şeyin varsa yaz hemen
vildan:
yoksa sonsuza dek sus
n u r:
var
vildan:
nedir
n u r:
yemek bloguna hazir asure yapipda millete yutturan bi ückagitcisin

en bilinmeyenim buydu sanırım. (utanmış smiley) ama hemen bi dip not düşmek isterim aşureyi verdiğim tarifle yapmıştım ama foto makinesinin azizliğine uğrayıp çekememiştim ondan bööle oldu yanii.

hızımı alamayıp msn'de bikaç arkadaşıma daha sordum, birilerinden beni dinlemek güzel oluyomuş.

bujene:
özgün fikirlerin sahibi, süper anne, mantıklı, yorgun, üretken

İlke:
hamarat, komik, pozitif, rahat, tiryaki


derya, saynur, girne sobeeee..

08 Şubat 2007

her seven sonunda düşüyor derde
bu aşk kitabının yazanı nerde
bir aşık inandı çok sevdi diyeee
terketmek kanun mu aşk kitabındaaaa


Akşam yemek hazırlarken radyoyu açtım. Genelde sabit durduğu kanalda değildi, muhtemelen Sevgi bızıkladı sabah, ben de çevirirken bu şarkıya rastladım. Gençliğimin şarkısı :P kime söylediğimi ya da birine mi hitaben dinlediğimi kendimi zorlamama rağmen hatırlamadım ama bu şarkıyı çok sevdiğimi hatırladım, netekim yemeğin üzerinden üç saat geçmesine rağmen hala dilimde. Az evvel sözlerinin tümüne bakmak için nete baktım, Nilüfer'in, arabeskin gözünü çıkardığı bu şarkının sözlerinin A.Selçuk İlkan'a ait olduğunu görmem nedense şaşırtmadı beni Dil çıkaran

Bu arada tedi gitti. Ama bu bizim tercihimiz değildi. Sahibi vermekten vazgeçti. Oysa kalması yönünde kendimi ikna etmiştim, kimbilir belki ilerde tekrar deneyebiliriz.





Ben çok bunaldım yine son günlerde, çocukların hastalığı, evden çıkamamam yine boğdu beni. Bir de geçen haftadan beri polisiye romanlara sardım, bu yüzden çok geç uyumaya başladım, sabahları birilerinin beni yataktan kazıması gerekiyor uyanmam için maalesef. Çocukların da eve kapanmaktan olacak iki gündür keyifleri yoktu. Bu akşam babaları winnie, tiger, lampi ve dıgıt ata (jokerdeki dönen, hareket eden oyuncaklar) binmeye götürdü, ben de evde biraz soluklandım daha doğrusu uyudum kendime geldim :) döndüklerinde onların da neşesi yerindeydi. Evde nasıl vakit geçirilirin sonuna gelmiştik artık, yapacak, oynayacak birşey kalmamıştı, bir de aynı şeyi sürekli yaptıklarında bir esprisi kalmıyor çok hoşlanarak yaptıkları oyunlardan sıkılıveriyorlar.

06 Şubat 2007

tedi geldi!

Tıpkı Çınar gibi Defne de rahatsızlandı. Burun tıkanması, gece uyku bölünmeleri, huysuzluklar Defne kuzum da yaşadı ama şükür atlattık. Kısmen bi burun akıntısı devam ediyor ama keyifler yerinde..

İsmail bu akşam gelirken eve bir kedi getirdi. Hayatımda en olmaz dediğim şeyler başıma geliyor. Tamam çocuklar çıldırdı hayvanı görünce, tedi tedi helak oldular. Çınar anne şuna baaaaak dedi, Defne de anne bişi söylicem, söyle kızım deyince ayy ne datlııı dedi durdu.. Mamasını, suyunu koyduk yere, balkona da kumunu, hiç de anlamam ki bakmaktan, biraz nette bakayım neler öğrenirim dedim içim bayıldı kediseverlerin yazdıklarını okumaktan. Yarın kalması ya da gitmesine karar vereceğiz, bugünü bi görelim dedik. Her dokunduğumda gidip el yıkamaktan ellerim kurudu, sanırım huy yaptım ama ilk gelişine nazaran daha az yıkıyorum. Çocuklar yatana kadar koltuk altına, pencere kenarına, saksı arkalarına saklanan hayvan şimdi ayaklarımın dibinde çok komik. Ayaklarımla oynuyor, yorulunca kıvrılıp yatıyor. Kızım desem bakmıyo, miyav desem bakmıyo, pisi desem bakmıyo.. Geçen hafta bir arkadaşım gelmişti, kedilerden filan da konuşmuştuk, köpekler şey diye düşünürmüş, ulan bunlar bana yiyecek veriyo, su veriyo, gezdiriyo.. bunlar tanrı olmalı. kediyse, yiyecek geliyo, su geliyo ayağama gelen bu kadar hizmete göre sanırım ben tanrıyım! Bir de hırlıyor, baştan bi tırstım meğer mutlu kediler hırlarmış daha doğrusu mırıl mırıl mırlarmış:)