28 Ocak 2007

Bir kez daha böyle olmuştu. Çınar henüz 1 yaşında değildi, 11 aylık filandı. İdrar yolları enfeksiyonu geçiriyordu. Geceye kadar kusmuş, gece yarısı hastaneye götürdüğümüzde ateşi düşsün diye beklemiş eve döndüğümüzde de her an kusabilir diye nöbet beklemiştik başında İsmail'le. Ama hiç ağlamamıştı nerdeyse. Dün gece ateş-kusma vs olmamasına rağmen sırf burnu tıkanıp uyuyamadığı için ağladı, bazen ağlarken kıvrandı, sağa sola döndü durdu. Yarım saat uyuyup ardımdan 15-20 dk süren ağlamalar sabaha dek sürdü. Ben yanındayken sen git babam gelsin dedi, babası yanındayken aynısını ona yaptı. Bir ara İsmail yanındayken ben uyudum arka odada ama feci bir rüyayla uyandım. Sanırım çok tedirgin yatmamın vermiş olduğu birşeydi, çünkü genelde rüya görmem.

Bu civarda hırsızlık olayları çok olmaya başladı, tüm balkon kapılarına da kilit taktırdım. Buna rağmen neredeyse kızların doğduğu günden beri kafamdan atamadığım eve hırsız girecek, onunla koridorda karşılaştığımızda çocukları rehin alacak korkumu yenemedim. Çok salakça olduğunu çoğu zaman düşünüyorum ama ya olursa! yı da bir türlü değiştiremiyorum. Rüyada yine bi hırsız balkon kapısını zorluyor, İsmail evde yok ben ve çocuklar varız. Hırsızı görüyorum bana acayip bi şekilde sırıtıyor sanki sen ne yaparsan yap birazdan eve gireceğim ve çocuklarını rehin alacağım der gibi.. O suratı daha evvel hiç görmedim ama kendimi bu kadar korkutacak o suratı nasıl yarattığımı anlamıyorum!

Neyse uyandım, İsmail'le nöbet değiştirdik. Sabah kalktığında ağlamıyordu ama keyfi de yoktu, gözler küçülmüş, burun hala tıkalı. Neren ağrıdı gece dediğimde karnını gösterip burası bir de bacaklarım dedi.. Her uyuduğunda çoraplarını giydirmeme rağmen bazen de aç bunları diye fırladı yataktan, sanırım karnını ağrıtan buydu. Kendini rahat hissetsin diye yıkadım, biraz lola biraz da bill&ben izledikten sonra yattı. Şimdi uyuyor, İsmail bu arada burun açıcı su aldı geldi, uyansın kavga kıyamet onu damlatacağız. Umarım bir an evvel iyileşirsin kuzum.

burnum ağrıyor anne!

Tüm gün burnu aktı Çınar'ın arada aksırık tıksırıklarla beraber.. Akşam olup yatınca tıkandı, uyuyamadı kuzum. Çok uykusu geldiği ama bi türlü uyuyamadığı için ağladı epey. Defne çok rahatsız oldu o da ağlamaya başladı, onu sakinleştirdikten sonra Çınar'ı salona getirdim ama yine ağlamaya devam etti ara ara da olsa. Bir müddet sonra uyudu kısa süre sonra yine uyandı -anne burnum ağrıyor benim! dedi, bilmiyor tıkandığını söylemeyi :( canının bir şekilde yandığını ondan duymak sanırım daha da kötü etti beni. Sarıldım, biraz kucağımda dolaştırdım ama hiç birini istemedi tek derdi uyumaktı çünkü. Evde ne burun açıcı damla ne de benzeri birşey var. Sadece ateşi çıkmasın, varsa ağrısını alsın diye yatırırken şurup vermiştim., bir de bolca buhar.. Bu sefer babasını istedi, İsmail gelip onunla uzandı ben de o arada evde neler var diye bakındım, İsmail'in fi tarihinde aldığı ama aromatik kokulardan nefret ettiğim için burun kıvırdığım nane, limon yağı esanslarını buldum. Bir tasa bi kaç damla nane yağı damlatıp kaynar suyu üstüne döktüm, dökerken de tam tepesinden bakıyordum tasa, böylelikle bütün kokuyu içime çekmiş bulundum, iki dakika sonra bütün salon nane koktu. Halen gözlerim yanaraktan bu satırları yazarken Çınar'ın burnunun açıldığını ve neredeyse bir saattir hiç uyanmadığını söyleyebilirim. :)

27 Ocak 2007

hapşırık


Dün akşamüstü hapşırmaya başladı Çınar, ardından da burnu aktı. Gece olup da uykuda burnu tıkanınca, aşağıdaki postu yazdıktan bir saat sonra filan uyandı yani iki gibi. Tekrar dalmakta güçlük çektiğinden uykusu ayıldı, sanırım bu ilk kez oldu. ve bana şöyle dedi; anne ben yoya gibi hasta oldu! artık rüyalarımızda tigerı tavşanı görmekten vazgeçtik bu sefer de lola musallat oldu:P İştah durumunda pek bir değişiklik yok ama bu tür durumlarda her zaman yaptığım gibi meyve ağırlıklı gittik şu vakte kadar. Bol meyve ve tavuksuyuna tarhana çorbasının deva olmayacağı hiç bi hastalık tanımam :P neyse bu tip durumlarda eski panik vildan olmadığımı da farkettim. Gece epey oyalandık ama bunları yaşamadan da hiç bi çocuk büyümüyor diye teselli edip sabah sekizde kalkmak üzere dört gibi sızmışım..

Defne'yi de çektim üstteki fotoyu çekerken, şu an öğle uykularındalar. Bu foto vesilesiyle Defne'nin şu son günlerde mi'ye (ineğine) çok düşkün olduğunu hatırladım. Önceden bir uyku vaktinde anne mi yerde? derdi şimdi her daim soruyor kazara elinden bir yerlere bırakmışsa. Bu sabah babasına soruyor o da öbür odada, cevap alamayınca bana dönüp beni duymuyor ki deyip boyun büküyor..
Geçen hafta çarşamba günü ikeaya gittik Görsem, ben ve babam. Yol yorgunluğu feci bişi. Bir de 35metrekareye ev yapmakla övünen ikeanın aldıklarımızı binek bir otomobile nasıl yerleştireceğimiz konusunda da çalışma yapması gerekiyor zira dönüşte sıkış tepiş pek bi rahatsız geldik. Hayır koltuk, masa filan da almadım yani. Çocukluk arkadaşım Banu'yla da görüştük.. velhasıl döndük. Çocukları ne biçim özlemişim yaa, çalışan anneleri çok iyi anladım ayrı kalmak çok zormuş. Onlar da özlemişler, gördüklerinde heyecandan ne yapacaklarını şaşırdılar. Bir kaç oyuncak almıştım, babaaa şuna baaak, ananneee şuna bak diye çıldırdılar nedeyse.



Kızlara yatak aldım, o yol yorgunluğuna rağmen hemen kurmaya başladım. İlkini kurdum, Defne bu benim dedi, tamam şimdi Çınar'ınkini kuralım dedim içinden önemli bir parça eksik çıktı. Acayip canım sıkıldı, hayır ben beklerim de Çınar'a nasıl anlatacam bu durumu.. Neyse Defne'yi de yeni yatağında yatırmayarak geçici bir çözüm bulduk. Telefonlar, mailler en nihayet 3 gün sonra parça geldi, kurduk. Desenleri cıvıl cıvıl olan kumaşlar aldım, illa dikecek birşeyler bulurum diye. Dikecek şeyi bulmakta da zorlanmadım :P perde ve yastıklar diktim. Bir de önceden yaptığım koltukların yüzlerinin rengi belli olmuyordu artık üstüne dökülen meyve suyundan vs den onlara da çıkarılabilir kılıf diktim, beni en zorlayan o oldu. Tüm bunlar iki bıdıkla kolay olmadı, o yüzden ev 4-5 gün atölye gibiydi. Neyse ki artık rahatız :)

Defne ve Çınar artık konuşuyor. Çok garip birşey bu, yaklaşık bir ay evvel bir arkadaşımla henüz konuşmadıklarını konuşmuştuk ama sanki şimdi hep konuşuyorlarmış gibi geliyor. Hareketlerle, ıh ıh larla birşeyler isterken, -anne karnım aç, -bana yemek pişir, birşeye bakarken gördün mü? sorusuna -evet, gördüm baba, kitaba bakarken - aslan wouuv, tedi miyam, bilmiyom onuu, targa gaak, dıgıt at, bilmiyom onu.... filan filan çok eğlenceli..

Ben artık evde onlarla oyalanacak şey bulmada çok zorlanır oldum. Oyun dönemi için de bir geçiş yaşıyoruz sanırım. Bazen, özellikle Çınar'la yapışık dolaşıyoruz, koltukta oturuyorsam anne buraya otur emriyle dipdibe oturuyoruz Defne'yle falan ne zamana kadar sürecek bilmiyorum. Bir de Çınar'ın öğlenleri bir gün uyuyup bir gün uyumaması hala sürüyor.




Elişi kağıtlarıyla hemen her gün kesip yapıştırma işine devam ediyoruz. Bir de geçenlerde Görsem'in getirdiği canlı renklerdeki parmak boyalarıyla resim yaptık. Defne coştu boyanmadık hiçbir yeri kalmadı, Çınar çok daha dikkatli bişeyler yapmaya uğraştı durdu. Bundan sonra parmak boya yaparken kolları uzun bir önlük ve hatta mümkünse bone takmaya karar verdim. Yalnız çok eğlendiler ya ilk kez denediklerinden (bi önceki boyaların kalitesizliğindendi sanırım aynı tadı alamamışlardı) ya da ellerin vıcık vıcık olması her darbede kağıtta epey bi alanın boyanması hoşlarına gitti.

Aslı geçenlerde günlüğünde Lola ve Charlie'yi önermişti. Kızların çok hoşuna gitti, sakin ve korkunç sabırlı bir ağabey var orada. Hayranım charlieye, neyse beğendiler diye ikincisini de aldım o da fena değil. Yalnız bugün öğlende birşey oldu, yaptığım brokoli yemeğine Defne dudak büküp onu asla ama asla ama asla ama asla yememm! dedi. Lola'da nerdeyse tüm sebzelere, meyvelere yemem diyor ama onlara farklı isimler takıp (mesela domatese 'ay sıçratan' gibi) yiyor. Yalnız Defne yemem kısmını kapmış da farklı isim takıp yeme konusunu henüz kavrayamamış herhalde. Neyse yine de cebelleşmeden yedi, herhalde başlangıcı öyle yapmak istedi..

Hrant Dink!

Pek Muhterem katil kardeşim(!!!),

Hrant Dink kimdir bilir misin, gerçekten?
Ne yazmış, ne çizmiş, neyi savunmuş da seni delirtmiş farkında mısın
acaba?

Bak ben sana kısaca bir abla kıyağı geçeyim ve olayı özetleyeyim.

2004 yılında bir yazı dizisi yazmış bizim ahparik, hem de 8 sayılık
bir yazı dizisi.
Baştan sona okudun mu acaba?
Şuracığa eklesem okur musun?

Hiç sanmam o yüzden de eklemiyorum zaten amma ille de merak edip "bu
saatten sonra kodeste yapacak işim yok okuyayım bari" diyorsan haber
ver, esirgemem ayrı…

Şimdilik böyle bir talep olmadığına göre gelelim senin kanına
dokunan su zehirli midir, pis midir kan meselesine...
Ahparik yazmış yazmış yazmış ve son 8. sayıda da şöyle başlamış
sözlerine....

"13 Şubat 2004
"Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan,
Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur."

Of nasıl da geçirmiş değil mi? (!)

Sen ki damarlarında saf kan "Türk" kanı taşıyan asil gencim, saygılı,
efendi, çalışkan vatan evladımsın, dokunur tabii sana bu cümle. (!)

Acayip sinirlendin tabii sen bu sözlere. Hoş ilk kez bütünün içinden
parçacıkta olsa tek bir bütün cümleyi ilk kez okudun ama olsun
abilerin sana gereken özeti geçmişlerdi vakti zamanında ve hepimiz
biliyoruz ki senin gibisine yeter de artardı, di mi? Zaten elin pis
Ermeni'sine(!) önyargılısın, bu da tuzu biberi.

Sahi aklıma gelmişken, senin için babasını döverdi, 5 vakit namazda
kılardı, asabiydi, sinirliydi diyorlar ya her yazılana çizilene
inanmam arkadaş. Basın yayın dediğin ha bire basıyor sonra da yayıyor
malum. Lakin, eline silahı alıp hayatında kimsenin başına silah
dayamamış birine üç kurşun sıkabildiğine göre daha fazlasını da
bekliyorum senden şahsen, bu da benim önyargım kusura bakmayı ver
artık, olur mu?

Gelelim mevzuya.. Hani seni deli eden şu pis kan zehirli kan
saptaması var ya, bak koca koca `bilir kişiler' bu sözler için ne
demiş,Türk'e hakaret varmıymış o edilen laflarda yoksa yok muymuş…

Şimdi uzun gelecek sana bu bir kaç satır ama vaktin bol nasılsa belki
merak edersin diye ekliyorum aşağıya.... Başı da, sonu da, ortası da
var tabii kararın ama ben senin algılamakta güçlük çektiğin noktayı
kestim aldım. Dedim ya istersen tamamını da yollarım sen yeter ki
öldürüverdiğin canın ne dediğini anlamak iste..


*****
…………
Sanığın bütün yazıları birlikte incelendiğinde yazıya konu olan Türk
ifadesi ile anlatılmak istenenin 1915 olayları sebebiyle Ermeni
kimliğinde yer alan anlayış ve bakış açısı olduğudur
.

……………
Yayında geçen "Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak
temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında
mevcuttur" ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç sanığın
Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu,
yani 1915'te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak
benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine
kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme
çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir. Sanık daha
önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren
bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir.
Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil
Ermeni kimliğinde yer alan sanığın ifadesi ile hatalı anlayıştır
.

………
******
Sözün özü Hırant Dink `bilir kişilerce' suçsuz bulunmuştur.

Senin şimdi kafan karıştı değil mi?

Öyle ya daha önce hiç okumamıştın bütün bu yazılıp çizileni, senin
oralardaki abilerden biri "hadi kardeşim benim, aslanım benim beee
aha da sana paraysa para vur şu pis Ermeni dölünü" dedi, sende vatan
millet Sakarya düştün yola...

Vurdun temizledin cümlemizin kanını, ah bak nasıl ama nasıl misler
gibi kokuyorum sayende anlatamam...(!)

Adam hem kanımıza laf etti, üstüne birde kalkmış güvercinlere kimse
dokunamaz falan gibi laflar etmiş. Hem hakaret et, sonrada utanmadan
dalga geçer gibi "kılıma bile dokunamazsınız" ayaklarına yat…Neyine
güveniyorsa ... (!!!)

Böyleleri akıllanmıyor da üstelik, 1915 'de kurutamadık şunların
kökünü, görüyor musun? (!) Bugün sana iş düştü.. Halbuki köklerine
kibrit suyunu sıkıvereydik vakti zamanında o gün temizlenecekti
ortalık, her taraf pürü pak.(!) "Mozaikmiş, ne mozaiği ulan" diyen
vatan büyüklerimizin de böyle veciz laflar etmelerine gerek
kalmayacaktı.

Neyse daha zamanımız var, üstelik senin gibi temizlik meraklısı bir
dolu da vatan evladımızda var, nasılsa temizleriz her neremiz pisse
artık. (!)

Ama bana sorarsan, ki bana sormazsın biliyorum ama tutmayacağım
çenemi işte...

ÖNCE YÜREKLERİMİZİ TEMİZLEYELİM DERİM !!!!!…


Yürek temizliği de maalesef senin yaptığın gibi bir çırpıda olmuyor,
görüyor musun ne kötü. En başa dönmek, insan olduğunu hatırlamak,
insan gibi davranmak falan gerekiyor. İşimiz zor yani senin
anlayacağın…

Tabii birde tamir etmemiz gereken umutsuzluklarımız var. Yaşama
sevincimiz, yorgunluğumuz, bıkkınlığımız, tüm direnişimize rağmen
yüreğimize damla damla zerk edilen nefret duygularımız,
biriktirdiğimiz öfkelerimiz, her katledilen canın arkasından açılan
yaralarımız…

Bunları nasıl temizleriz, onarırız hakikaten fikrim yok. Keşke
olsaydı hemen söylerdim, senden mi esirgeyeceğim.

Biliyor musun, benim küçük bir çocuğum var. Bu ülkede büyüyecek,
yaşayacak, üreyecek sen ve senin gibiler kalkıp kafasına 3 kurşun
sıkmazsa da doğal yollarla ölüp gidecek. Bir anne olarak onun
geleceğine dair bir dolu kaygı taşıyorum, ne fena değil mi? Bıraksan
da diyorum hiç olmazsa çocuklarımız kendi çocuklarının geleceği için
kaygı duymadıkları bir ülkede yaşabilseler, bizden geçti malum.

Kendim için bir şey istiyorsam namerdim ama çok rica edeceğim çek o
pis elini çocuğumun geleceğinin üstünden !!!!!

İmza : Sana ne fark eder ki
Hepimiz HRANT DİNK'iz ....

12 Ocak 2007

Mutfakta :)


Mutfağımızı aldık bu akşam. Daha evvelden bakıp da orada olmayan ve isteddiğim iki mutfağı da almayarak azıcık gıcık müşterilik yaptım. Ama ama ama hiç bu kadar kararsız kalmamıştım, kiminin boyu kısa kiminin eni dar. Herneyse aldık, eve geldik, içinden ne çıkacak diye epey sabırsızlandılar, ben kurmaya çalışırken parçaları yerlere fırlattılar en nihayet kurup yerine koyduğumuz da büyük bir zevkle oynadılar. Bu duruma çok sevindim çünkü en büyük tereddütüm 'acaba oynarlar mı?'ydı.. Umarım hep böyle sürer..

Oyun anında yaptıklarını yazayım istedim çünkü asla ben buraya birşey yazmaya kalktığımda aklıma neler yaptıkları gelmiyor. Üşenmedim gittim kağıt kalem getirdim ve de çaktırmadan not aldım :P Mutfağın aksesuarları arasında bir de telefon vardı;

Çınar önce telefonun tuşlarına basıyor biraz bekliyor ve konuşmaya başlıyor;
- effenim
...
- hııı, himmmm, ııııı, evettt
.....
- iyiyim
....
- hoççakalıııın..

Çınar telefon görüşmesini bitirdikten sonra Defne ona;

- hadiiii sen bunu aaaalll (tuzluğu uzatıyor)

Çınar kahveye tuz döküyor, Defne karıştırıyor. Çınar tekrar telefonu eline alıyor;

- biz su içiyoğuz, hoççakalııınn..

O arada Defne babasını yan odadan çağırmaya gidiyor, çünkü aksesuarlardan biri olan makarna paketini tencereye boşaltıp ona yemek pişirdi. Etrafında Defne'yi göremeyen Çınar bağırıyor;

- Çitiiiiii (Çınar Defne'ye 'Çiti' diye hitap ediyor. Bu ismi aslında İsmail buldu, genelde çitlembik diye severdik, bunu kısaltıp çiti dedi lakabın da lakabı oldu :), sanırım Çınar'ın da kolayına geldi..)

Çiti koşturup geliyor;

- evenimmm.. (evet Defne'de Çınar'ın kendisine çiti demesini hoşgörüyor bu durum başladığından beri)

Bulaşıklar yıkanıyor, Çınar yemeğin tadına bakıp kahve fincanını buzdolabına koyuyor. Defne telefonla konuşuyor, benim ona baktığımı görünce telefonu bana uzatıyor, ben ıspanak yemeği siparişi verdiler hemen ıspanak pişir diyorum, bi koşu gidiyor..

Bıçağı Çınar'a gösterip;
- bu büyyükk dadada (Defne'de Çınar'a dadada diyor ama bu kendi buluşu herhangi bişeyin kısaltması değil :) )
diyor. Çınar hiddetlenip bağırıyor;
- diğiiiil Çiti, bebek bu!
- evvet bebek
diyor Defne.. Defne sonra kek kutusunu önce buzdolabına, kek fırında pişer dememle fırına koyup düğmelerini çeviriyor (düğmelerin çevrileceğini nerden biliyor diye düşünüyorum, ne zaman gördü acaba?)

onlar bir yandan,biz bir yandan çooook eğleniyoruz.. :)

08 Ocak 2007

2007'nin ilk postu :)

Sevgi haftasonundan savaş alanına dönmüş halde bulduğu evi rahat rahat halletsin diye kızlarla sabahtan oyuncak almaya gittik. Günlerdir düşündüğüm bir mutfak almaktı ve hatta iki tanesini gözüme kestirmiştim ama ikisinden de kalmamış, başka mağazalarından getirtecekler, varsa haber verecekler bakalım bekliyoruz. Halbuki çok zor karar vermiştim bu oyuncağı seçmekte, ücretinin fazla olmasının yanında çok büyük birşey evde hayli yer kaplayacak. Evin mutfağında fazlaca vakit geçiriyorlar, hemen sandalyeleri itekleyip tezgahın üzerindeki tabak çanakla oynamaya başlıyorlar. Sanki Defne daha sevecek gibi bakalım, görecez..

Kış gelemedi bir türlü. İsmail küresel ısınmanın bizi pek etkilemeyeceğini ama torunlara yazık olacağını söyledi bu sabah, iyi güldürdü beni, çünkü o anda bebeler neyle oynar ne almalı da azıcık birbirimize yapışık halde dolaşmaktan vazgeçeriz kaygısındayken torun düşünmek biraz tuhaf oldu. Dedim tembihleriz çocuk yapmasınlar. Hem dünyanın kalan ömrü yirmibeşbin yıl, fazla zorlamanın manası yok :P


Kızlar anneanne ve dedesine en sevdikleri figür olan kardanadam ve süslü çam ağacını, benim kestiğim elişi kağıtlarından yine benim gösterdiğim yerlere yapıştırarak resim hazırlayıp hediye ettiler.. Hediye paketi yaptığımız resimlerden kopmak onları ilk başta üzdü, tekrar tekrar ellerine alıp büğğle büğğle yapıştırdıklarını anlattıktan sonra unuttular.. Annemlerin yılbaşında gelip bir kaç gün kalması iyi oldu hepimiz açısından. Bir önceki geldiklerinde İsmail'le dolaşmıştık sebepsizce, bu seferkinde sinemaya gittik. Babam söylemese hangi film oynuyor, konu ne bilmeyeceğim o kadar ilgisizim herşeye, en yakın örnek iki gündür büyük derdimin oyuncak mutfak almak olduğunu düşünürsek bu pek şaşırtıcı değil. Herneyse ihtilal döneminden bir kesit olan beynelmilel'e gittik. Bayramın ikinci günüydü, filme gitmeye karar verdiğimizde saat 13.45 filandı seans 14 de idi, alelacele çıktık evden carrefour'un kapısına vardığımızda resmen bi izdiham vardı bütün millet bayramı carrefourda geçirmeye gelmiş sanki ve kapılar 14 de açılıyor. Bayram günü marketlerin açık olmasına söylene söylene girdik filme. Film güzeldi.. Bakalım bir sonraki atraksiyonumuz ne zaman gerçekleşecek :P

Bu arada kızlar daha bi dillendiler. Sabah günaydınlarıma, akşam iyi gecelerime gülümseyerek değil sözle karşılık veriliyor. Dün Defne'nin kolu komodinin üzerindeki lambaya değdi lamba hafif sendeledi Defne'de lambaya "bağdon lamba" dedi, feci komikti :) şu an aklıma bir tek bu geldi ama ağızlarından çıkan her kelime hem şaşırtıyor hem güldürüyor. Ha bir de Çınar cümlesine bir "sanki" bazen de "ama" ekliyor..
-anne bu ne sanki?
-mağmun nerde amaağğ?

Biz dışarı çıkarken özellikle de alışverişe gidiyorsak, arabada "bugün topitop yok!, bugün şeker yok!" hesaplaşmamız olur ve itiraz edilmez baştan bu konuşma yapıldıysa. Bugün markete gittiğimizde ikisi de birbirine işaret parmaklarını sallayarak topitop yok, şeker yok diyorlardı bi ara arkama baktığımda. Bu durumu birbirlerine kabul ettirmek kendilerine kabul ettirmeyi kolaylaştırıyor herhalde.:)